12 Şubat 2012 Pazar

AĞAÇ

   400 ü aşalı epey olmuştu. Kaç mevsim geçtiğini soran olsa cevabı söylerdi elbette, fakat uzun zaman önce, saymaktan vaz geçmişti. Mevsimler gelir ve geçerdi, o kadar. Heybet derler ya hani, heybetin kelime anlamını onu görenler daha iyi anladılar. Zaten bir kez görebildi onlarda, bir daha gittiklerinde, bıraktıkları yerde yoktu. Oysa bir ağaçtı o, bir Meşe ağacı...                
  
   30 metreden daha uzundu. Yukarıdaki dallarını az daha uzatsa, dokunabilirdi; gündüz güneşe, gece en az ışıyan yıldıza. Tenezzül bile etmedi hiç. O'nun derdi toprağın en alt tabakalarına erişebilmekti. Köklerini salıyordu her gün daha fazla telaşla, daha fazla hırsla, daha uzağa. Yeryüzündeki zamanının daraldığını anladığı ilk andan beri, tek gayesi; toprağa daha sıkı sarılmak olmuştu. Ölüm kaygısı değildi onunkisi, son ana dek, dik tutabilmek gövdesini ve hiç bir dalı kırılmadan, bütünlüğünü kaybetmeden, bir anda kurumaktı; ayakta...

   Bir bahar sabahı, güneş yüzünü göstermeden evvel, kızıla boyarken doğu dağlarının tepesindeki göğü, iki tahtalı güvercini süzülerek gelip, Meşe'nin dallarından birine kondular. Kendi aralarında konuşuyorlardı, Meşe kulak kabarttı, sessizce dinledi. 'Elimizi çabuk tutmalıyız' dedi dişi olanı, ' Zamanı geldi'. Erkek onaylar gibi salladı başını, hiç vakit kaybetmeyip havalandı tekrar.  Bir tur Meşe'nin etrafında bir kaç küçük tur da dallarının arasında atıp, yuva yapmaya en müsait yeri seçti bir çırpıda. Çok sürmedi sonra gidip dönüşü, gagasında çamurumsu toprak, ayaklarında birer tutam kuru ot, yaprak demetiyle. Elini çabuk tuttu ve daha önceden belirlediği dalda başladı inşaata.

   Günler günleri takip ederken, bu tür güvercinlerde pek fazla görülmüş şey değil, dişi kuş da
kocasına yardım ediyordu; yuvanın inşaatında. Meşe onları sevgiyle izliyordu. Kuşlar malzeme
 için uçtuklarında, merakla onları bekliyor, döndükleri zaman içinden, kocaman bir 'Oh' çekiyordu. Gün boyu sabırla çalışmalarını, akşamları aynı dalda koyun koyuna saatlerce sohbet edip, usulca uyumalarını izliyor, gece;  sessizliğiyle indiği zaman ormana, minik yüreklerinin sesini tüm gövdesinde hissediyordu. Gittikçe daha çok seviyor, farkında olmadan sahipleniyordu bu iki misafirini.

   Uzun sürdü inşaat, nihayet bir akşam üstü, tam da dişinin arzu ettiği sağlamlıkta tamamlanmıştı. 'Yuva diye ben buna derim' dedi kurum kurum kurumlanarak, eşi gülümseyerek karısına baktı, 'Yuva diye ben de buna derim'. Gülüşmeler yükseldi, cıvıl cıvıl sardı ağacın tüm dallarını. Meşe, kuşlar için belki yüzlerce yaprağından vaz geçti o an, hiç düşünmeden rüzgara bıraktı. Görülmeye değerdi doğrusu; havada uçuşan meşe yaprakları, yaprakların arasında ötüşerek süzülen mutluluk sarhoşu iki kuş.  Kutlama gecenin geç saatlerine kadar sürdü. İki küçük dostu ilk kez yuvalarında uyurken, Meşe; köklerinin, toprağın daha derinlerine ulaştığını hissediyor, palamutlarından, dallarından, köklerinden, hatta yapraklarının uçlarından bile neşe fışkırıyordu.

   İki taneydi yumurta. Dişi çoktan kuluçkaya yatmıştı o sabah. Bahar da, anne adayı gibi, mutlu haberlere gebe, berrak ve ılık yüzünü tüm doğaya, keyifle gösteriyordu. Baba olacağı anı iple çeken erkek,  kısa uçuşlarla yiyecek getiriyor, dişiyi elinden geldiğince yalnız bırakmamaya gayret ediyordu. Bazen de Meşe'nin etrafında, gururla yüklü kanatlarını, keyfi uçuşlar için çırpıyordu. Tam 17 gün geçti, göz açıp kapayana kadar. İki minik yavru, her sabah doğan güneş gibi, kabuklarını kırıp hayata;  'Merhaba' dediler bir sabah. Kocaman bir aileye dönen küçücük yuvanın, dalları arasında oluşundan aldığı haz, canına can katıyordu. Meşe'nin kökleri duraksamadan, santim santim
ilerliyordu. 

   Hem anne hem baba, yavruları, kursaklarında öğüttükleri yiyeceklerle besliyor, bu; iki yavrunun hızla büyümesine vesile oluyordu. Haftalar sonra yavrular, küçük küçük uçma girişimlerine başlamışlardı bile. Ağacı, yeni yapraklar, günden güne kanat sesleri, cıvıltılar sarıyordu.

   Bahar yaza dönerken bir sabah, huzursuzlukla uyandı ağaç. Ormanın diğer tarafından gelen bazı sesler Meşe'nin gövdesine korku saldı. Oduncu ve avcıların kullandıkları aletlerin sesini çok uzaktan bile tanırdı o. 'Keşke oduncular olsaydı' diye geçirdi içinden, tüfekler patlıyor, Meşe'nin
tüm yaprakları titriyordu. Gittikçe yaklaşan seslerden kuşlar da ürkmeye başlamışlar, yavrularını kanatlarının altına alıp yuvalarına  sinmişlerdi. Ağaç artık, yaklaşan, kalabalık avcı grubunu görebiliyor, ayak seslerini bile duyabiliyordu. Bir ağacın kalbi kökleri midir bilinmez ama Meşe'nin kökleri sızlıyordu.

   O gün, uzun ömründe yaşamak istemediği tek gündü belki de. Etrafında, ellerinde tüfekler, irili ufaklı avcılar dolanırken, dallarıyla gizlemeye çalıştı yuvayı. Saçmalar uçuşuyor, insanlar kendi aralarında yüksek seslerle konuşuyor, tüfekler patlıyordu. 'Tam isabet' diyordu biri, diğeri; ' O da bir şey mi? tek atışta iki tane vurdum az önce görmedin mi?'. Bir başkası kendi kendine söyleniyordu; ' Kaçtı Allah'ın cezası'. İnsanların gözlerindeki nefreti ve zevki gördü Meşe, öldürmekten kim zevk alır ki?  Olsa olsa köksüz ruhlardı onlar...

   Dünün, dirlik içindeki meşe ormanı, mahşer yeriydi şimdi. Meşe, korku içinde bilinçsizce sağa sola uçuşan, vurulup toprağa düşen başka kuşlar görüyor, dehşete kapılıyordu. Havada süzülen onlarca tüy. Tüylerin, çok değil, daha bir kaç dakika önce ait olduğu bedenler; bir anda, gürültülü, taş gibi yığılırken yere,  tüyler; süzülüyor, süzülüyor, neden sonra  'Çıt' çıkarmadan, yumuşacık iniyordu toprağa.

   Avcı grubundan küçük bir çocuk, o hengamede nasıl olduysa, yuvayı farketti. 'Baba baba' diye haykırdı, 'tahtalılar' elleriyle yuvayı işaret ediyordu. ' Hadi baba, iki taneler, hakla şunları'. Avcı elinde tüfeği,  ağacın üzerinde gezdirirken gözlerini, ağaç, artık bir şey yapması gerektiğini biliyordu. Yoksa... Yoksa dan sonrasını düşünmedi. Meşe'nin karar alması sadece bir kaç saniye sürdü.

   Önce, en sağlam dallarını siper etti  yuvaya. Ardından, yüz yıllar boyunca, toprağın daha derinlerine uzattığı köklerini, geri çekmeye başladı. Bunun bir tarifi yok, tüm gövdesiyle, dalları ve yapraklarıyla geriliyor, harcadığı gücü, çektiği acıyı kendinden başka, sadece güvercinler hissedebiliyordu. Toprak çatlamaya başladı, yer sarsılıyordu şimdi. Avcı ne olduğunu anlayamıyor, karşısında sağa sola yaylanan ağaca, panik halinde, rast gele ateş ediyordu. Meşe'nin yaprakları havalarda uçuşuyordu. Daha da gerildi ağaç, daha fazla topladı gücünü, saçmalardan kırılan dallarını, gövdesinden sıyrılan kabuklarını hissetmiyordu bile. Çektikçe çekti köklerini. Tüm bu olanlar sadece bir dakika kadar sürdü.

   Görülmeye değerdi doğrusu, biri anlatsa kimse inanmaz 'Masal' der. Çok şiddetli bir deprem gibiydi. Ellerinde tüfek olan insanların, ayakları altındaki toprak, beşik gibi sallanıyordu. Donup kalmışlardı, şimdi korku, onların yüreklerindeydi. Avcı baba, elindeki tüfeği fırlatıp, küçük oğlunu kollarının arasına alıp yere çöktü. Toprak ikiye, üçe, beşe ayrılıyordu. Ağaç tüm kökünü yukarı çekti. Toprağın üzerinde, yüzlerce metre uzunluktaki salkım salkım köküyle, devasa bir ağaç duruyordu şimdi. İstese o küçük insanları oracıkta kuşlar gibi havalara savurabilirdi, istemedi. Tek gayesi uzaklaşmaktı şimdi, minik dostlarını buradan çok uzaklara taşımak.

   Yürüdü Meşe. Köklerinin üzerinde, hiç durmadan, insan elinin erişemeyeceği, güvenli yerlere doğru yürüdü. O günden sonra güvercinler, mevsimleri sayamadılar, hep bahardı çünkü, hep bahar...



  


  

  

2 yorum:

  1. Casino Las Vegas (MapYRO) - Mapyro
    Casino 춘천 출장안마 Las Vegas is a casino and hotel 청주 출장안마 located in Las Vegas, Nevada, United States and is open daily 24 hours. The 삼척 출장샵 casino features 용인 출장안마 more 청주 출장마사지 than 3,000 slots,

    YanıtlaSil
  2. Wynn casino opens in Las Vegas - FilmfileEurope
    Wynn's first wooricasinos.info hotel casino in Las Vegas since opening its https://tricktactoe.com/ doors in 1996, Wynn Las Vegas is the 메이피로출장마사지 first hotel on the Strip to offer nba매니아 such a ventureberg.com/ large selection of

    YanıtlaSil