27 Ocak 2012 Cuma

0 (sıfır) bölüm-1


    Rengarenk karmakarışık bir desen; yıldızlar, füzeler, gök cisimleri, daha neler?  Ufolarla kaplı
iğrenç bir yorgan; hiç tarzı değildi. Açtığı ilk anda yorgana takıldı gözleri, tavana değil...

     Midesi bulanıyordu biraz, fakat o, elini alnına götürüp, iyice yokladı. İnmişti şiş, hafiften
hissettirdi kendini ağrı, var gibi yok gibi. 'Öğle olmuş olmalı', aydınlığa alışınca gözleri, kendi
kendine  yüksek sesle konuşmuştu. Sesinden rahatsız olup şakaklarını ovuşturdu bir kaç saniye.

    Oldukça yavaş hareketlerle doğrulup oturdu yatağına. Şifonyerin üstündeki saat 13:32'yi gösteriyordu, saatin yanında duran bardağı aldı, içti suyu. 'şükür' bu defa içinden. Boş gözlerle etrafa bakındı, duvarların renkleri daha açık geldi gözüne sanki, kalktı. Bir çift çorap seçti dolabından, siyah olanlardan, salona yürüdü. Kumandayı göremedi ilkin, koltuğun köşesine gizlenmişti mendebur, oturdu, çoraplarını giyip televizyonu açtı.

    Haber kanallarında bir ileri bir geri dolanıp seçti birini ve biraz daha yükseltti sesi. Gençten güzel bir spiker iç açıcı haberler sunmaktaydı. Kulaklarına inanamıyordu, kadın, 'Bu gün de her zaman ki gibi her şey yolunda, hepimiz özgür, tok, mutlu, huzurluyuz', diyordu. O sıra da eşyalarını fark etti, değişmişti bir çoğu, yada renkleri. 'yüz kere dedim sana anne' diye geçirdi içinden, 'dokunma benim evime!' Allah'tan duvardaki resim duruyordu, düğün resmi, 'Ahh!' güzel karısı, biricik karısı... Spiker kadının sesi yükseldi, 'Çiçekleri sulamanıza gerek yok, su gönderildi'.

    Gözleri karardı bir an, öyle zannetti, hemen sonra fark etti ki; inanılmaz bir yağmur başlamıştı 
dışarıda, beş dakika kadar sürüp dindi. Hava tekrar aydınlandığı an, delirmekte olduğunu düşünüp
zıpladı bu kez yerinden, telefona koştu. Ezbere bildiği numaraları bir çırpıda tuşladı, 'Hadi anne, anne hadi'. numara bir türlü düşmüyor, insanı deli eden o 'Dıııt' sesi duyulup, sonsuz bir sessizliğe bürünüyordu, ahize. 'Yemin ederim kafayı yiyorum galiba, yardım et Allah'ım'...

    Kumandayı eline aldı tekrar, bilgi tuşuna basıp tarihe baktı, bu kez daha şiddetli geldi panik. Tam 6 ay olmuş kazadan beri, hiç hatırlamadığı koskocaman 6 ay. Ölmüş müydü? 'Allah'ım burası Cehennem olmalı'. Hemen kapıya doğru koştu, portmantodaki paltosunu üzerine geçirip bahçeye çıktı, çorapları ıslanınca fark etti ayakkabısızlığını. İşte; her şey aynıydı, bu bildiği dünya, bahçesi, komşu evler, yol, karşıdaki market, ağaçlar, arabası... 'Aman Allah'ım', arabası... Parçalanmıştı oysa o.

    Ters giden bir şeyler olduğunun farkındaydı, tüm kanı çekildi sanki, tir tir titremeye başlamıştı. hafızasını yoklarken eve doğru yürüyordu, olmuyor pek bir şey hatırlayamıyordu. Son hatırladığı; yağmur çiseliyor, başkentten eve dönüyordu o gece, işi bağlamanın verdiği huzurla içi rahat, evine dönüyordu. Yağmur çiseliyordu, dikkat te ediyordu üstelik, kaygandı zemin... Ambulansın gelişini hatırladı, konuşmaları, 'Bu araçtan sağ çıkması mucize', 'Hadi yardım edin, çabuk', 'Çabuk', 'Araç paramparça', 'Yaşıyor mu'? 'Bu bir mucize', onlarca ses...Sonrasındaysa, şu an ki kadar soğuk bir hastane ve annesinin ılık sesi, 'İyi olacaksın, dayan, iyi olacaksın'.

    'Hey' diye bir ses duyuldu arkadan, eve girmekten vaz geçti o an, başını çevirdi. 'Merhaba' dedi ses, 'Hoş geldin', 'şükür biri var' diye düşünürken kimseyi göremedi o yönde, gayri ihtiyari sese doğru yürüdü. 'Artık daha fazla şoke edemez hiç bir' şey diye geçirirken içinden, bahçe duvarının üzerinde duran iki kertenkele ile göz göze geldi; hayvanlar gülümsüyorlardı...

    'Siz'?... 'Evet' dediler, 'Konuşabiliyoruz', hala gülümsüyorlardı. Hayvanlardan kuyruğu daha uzun olanı, berrak, su gibi, insanın içine sızan bir ses tonuyla; 'Korkma, hoş geldin, burayı inan çok seveceksin'. Panik tekrar gümbür gümbür atmaya başladı göğsünde, kalp yerine.  İyice afallamıştı... 'Hoş mu geldim'?, 'Ben' dedi bilinçsizce 'Evlendiğimden beri burda yaşıyo',,,  cümle yumruk oldu boğazında, 'karım öldüğü zaman' diye geçti aklından, 'hani karım öldüğü zaman taşınmıştım ben bu evden, ben, taşınmıştım o zaman, evet evet'...

    Kertenkeleler bir ağızdan 'Sakın korkma, bak', yolun karşısını işaret ediyorlardı minik ön ayakları ile. Yavaşça çevirdi bakışlarını o yöne doğru, gözleri az evvelki yağmur gibiydi şimdi, gördüğüne inanamadı. Ani bir hamleyle döndü yüzünü; gökyüzüne, 'Sen nelere kadirsin' diyecekken dili tutuldu sanki. Milyonlarca gökkuşağı, milyonlarca yıldız, milyonlarca güneş vardı tepesinde, havai fişekler patlıyor ve milyonlarca kuş uçuyordu, bulutlar, maviler, morlar, renkler...

    Gerisin geriye, yolun karşısına baktığı zaman, odaklanmıştı bu sefer gözleri ve  asla, başını başka bir yöne çevirmek, aklının ucundan bile geçmedi. Kendini çok daha iyi hissediyordu şimdi, panik gidiyordu. Erguvan rengi üzerine, minik beyaz çiçekli elbisesi, kendi rüzgarında uçuşan bal rengi saçlarıyla, ellerini iki yanına açmış; ruhu, canı, karısı, gülümseyerek ona doğru geliyordu; koşar adım.

    Burası neresi bilmiyordu henüz ama Cennet, ona doğru koşuyordu...


 




   




19 Ocak 2012 Perşembe

KAĞIT

   Yazmayı mı yoksa yırtıp atmayı mı daha çok sevdiğimi hep tartışmışımdır içimde.Yırtıp atmak keyifli ama önce yazacaksın, boş bir kağıdı niye yırtasın...

   Yaklaşık bir sene önceydi, mutsuzluk paçalarımdan akarken, yüzüme taktığım eğreti hissizlik maskesiyle anneme gelmiştim, (bu saatlerde) bir öğleden sonra. Dışarıda zemheri olsa da onun evi daima sıcaktır. Isınmıştı içim ve gözlerim de. Gözlerim ısınınca dondurduğum göz yaşları eriyor maalesef.

   O görmedi, ağlıyordum. Oysa o baştan beri biliyor, beni bilmesi için görmesi gerekmiyordu. Karar vermek zorundaydım artık, hatırlattı bakışlarıyla, 'tamam' dedim içimden 'artık bu işi halledicem'. Gülümsemiş olabilir, bana öyle gelmiş de olabilir.

   Umduğum özünü, ortaya çıkartmak istemiştim o sıralar sevdiğim adamın ve herkese 'aslında o çok iyi biri' diyebilmekti sanırım amacım, 'yanlış değildi kararım bakın, ben hata yapmadım, mutluyum'. Bazen ne yaparsanız yapın karşınızdakine yardım edemiyorsunuz, umduğunuz şeylerde öyle umduğunuz gibi olmuyor. Ruhsal darp görme yolunda daireler çiziyordum son iki yıldır, son sürat. Nihayet kabullenmiş, kararımı vermiştim; artık ruhum için düz bir yol açıp kendime, sindire sindire tadını çıkarmalıyım manzaranın, gezi gibi olmalı bundan sonrası, sahil yolu gibi olmalı yol, ki ben denizi çok severim.

   Ablamın bir sözü vicdanıma ışık tuttu, -ben hiç boşanmış bir mutsuz görmedim, alışır. Annem -daima arkandayım, dedi. Bu iki cümleyi duymak iyi hissettirmişti. O gün, dışarıda ehem buhur olsa da buz gibi olan o eve geri dönmedim, zemheride bile sıcacık olan bu evde kaldım.

   Yaklaşık bir sene olmuş, düşününce uzun gibi, değil aslında. Ne kadar ömür biçildiğini bedenimize, kefeni yırtamadığımız zaman anlayacağız. Sürekli mutlu olmak mümkün değil fakat bir senenin değil her anın içini doldurarak yaşamak lazım, kimsenin de huzurumuzu elimizden almasına izin vermemek, çünkü kaç sene olursa olsun şüphesiz çok kısa ömür.

   Evet ben yazmayı seviyorum. Doğru cümlelerin yanı sıra bir ton yanlış da yazdım kağıdıma, herkes gibi. Hatta bir yanlışı silmek için yanlış silgi kullandığım anlar da var, olsun varsın. Hala nefes alıyorum, ruhuma huzur serpiyorum, kendime yol açıyorum, bir mumcuk ta olsa ışık tutuyorum önüme, yürüyorum...

   Kağıt kolay yırtılmaz bazen, önce yazacaksın, çizeceksin, karalayacaksın, olmayacak; yırtıp atacaksın. Boş beyaz bir sayfa gibisi yoktur...